top of page

ZOKAYI YUTAN İnsan Yığınları

Güncelleme tarihi: 16 Nis 2022

Yazıdan SATIR BAŞLARI...

  • Yıllar önce işe dolmuş ve otobüs ile gidip gelmek zorundayken sürücü ve muavinlerin müşterilerine muamelesi ağırıma giderdi. Çünkü hayvan muamelesi yaparlar... Yıllar sonra birileri “ağızlık takacaksınız” dediğinde hiç itiraz etmeyip bu aşağılamaya katlananlar, işte onlar benim gibileri yalnız bırakan ve o aşağılayıcı muameleyi içselleştiren insanlardı.

  • Dolmuş ve otobüslerdeki aşağılama, modern insanın bugün içinde bulunduğu çöküşle karşılaştırıldığında önemsiz bir örnektir belki. Ancak oradan alınacak derslerle “ağızlık takmadan girmek yasaktır” aşağılamasından çıkarılacak dersler ortak olabilir.

  • Bundan yirmi yıl önce ABD ve İsrail gizli servisleri New York’taki World Trade Center gökdelenlerini önceden yerleştirdikleri patlayıcılarla yıktılar. Bunu uçakları kaçırıp gökdelenlere çarpan Müslüman teröristlerin işi olarak gösterdiler. Bu küstah yalanı yutanlara bugün Covid-19’un tiyatro olduğunu anlatamazsınız. Veya elli ayrı noktada aynı anda orman yangını çıkmasının bir sabotaj olabileceğini anlatamazsınız. Çünkü yirmi yıl önce çıkarılacak dersleri çıkarmamışlardı.

  • Öyleyse böyle bir iddia karşısında insanın onuru ve öfkesi devreye girmelidir. Girmeyince ne olur? Kişi kendisine söylenen yalanı masaya yatırıp irdelemez. İrdelemediğinde bu adamlar nasıl çalışıyorlar, daha önce hangi yalanları söylemişler, kimlerin yardımını alıyorlar, farkında olmadan bunlara nasıl yardım ediyoruz, hangi yöntemleri geliştirmişler, gelecekte hangi yeni yöntemleri kullanacaklar gibi soruların yanıtını aramaz.

  • Yalanı yakalarsanız ve bu ağırınıza giderse bu size sonraki yalanları yutmamak için büyük bir güç verir. Herhangi bir aşamada uyanan ve ağzından zokayı çıkaran kişi için zincir kırılmıştır; benzer zokayı bir daha yutmaz. İşte bunu sağlayan şey o güne dek yuttuğu zokaların ağırına gitmesidir. Bu sefer o oltacıyı gözlemeye ve onun gizemlerini öğrenmeye başlar. Böylece hazırlanan bir sonraki zokayı kestirebilecek duruma bile gelebilir.



"Eleştirel Düşün" İnternet Sitesi

19 Ağustos 2021


Eleştirel Düşünürü Güdüleyen Şey Nedir?


Yıllar önce işe dolmuşla ve ÖHO’yla (Özel Halk Otobüsü ile) gidip gelmek zorundayken sürücü ve muavinlerin müşterilerine muamelesi ağırıma giderdi. Çünkü hayvan muamelesi yaparlar.

“Biraz daha” sıkışmalarını emrederler, “arkadaki arabaya geçiver” derler, güzergahı değiştirirler, dolmamışsa beklerler, klimayı açmazlar, sert kullanırlar, öbür sürücüleri zor durumda bırakırlar, daha iki saniye önce indirdiği yolcunun üzerine sürer ve uzun süredir binmediğim için şimdi aklıma gelmeyen daha neler neler yaparlar. Polisin beklediği kavşaktan geçerken “eğil” buyruğuna karşı geldiğim için dolmuşçularla, saçma sapan sıkışma buyruklarına karşı geldiğim için ÖHO’cularla defalarca kavga ettim. Yolcu alamasınlar diye orta ve arka kapıyı sıkıştırıp açılmasını engellediğimi hatırlarım. Herhalde o yıllarda belediyeye en çok şikayet dilekçesi yazan bendim. ÖHO’cular beni dövdürmek için peşime adam bile taktılar. Gazete arşivlerini tararsanız belki bütün otobüsü dövme girişimlerine rast gelirsiniz. Ama gazeteler genelde haber yapmazlar böyle rezillikleri. Bunlar kadınlara sarkıntılık ederler, gazete bunu alır erkek düşmanlığı vesilesi yapar. Hani gazeteciler de pek yüksek duyguların insanları değildirler.


Tıklım tıkış otobüsleri konserve kutusuna benzetmek ünlüdür ve eskimiştir. Bu benzerliği kurabilmek için görsel düzeyde işlem yapabilmek yeterlidir. Yani neredeyse kertenkele beyniyle yapabileceğiniz bir saptamadır. Dolmuş ve otobüste sıkışmış insanın durumu onu hayvan yapmaz. Ama somuttan soyuta geçip bu insanların yolcuya muamelesini değerlendirdiğinizde asıl hayvan muamelesinin orada olduğunu görürsünüz. Sıkışıklık her zaman onur kırıcı değildir ama o muamele onur kırıcıdır ve sağlıklı bir insanın katlanacağı şey değildir. Bu adamlarla ettiğim günlük kavgalarımda onca kişiden hiçbir destek çıkmamıştı.


Bunların eleştirel düşünmeyle ne ilgisi var?

Yıllar sonra birileri “ağızlık takacaksınız” dediğinde hiç itiraz etmeyip bu aşağılamaya katlananlar, işte onlar benim gibileri yalnız bırakan ve o aşağılayıcı muameleyi içselleştiren insanlardı.

Bütün dünyaya zorla ağızlık taktırarak aşağılamaktan zevk alan bir avuç manyak acınacak halimize bakıp bakıp bize gülerken, bunlar ağızlık takmayanlara bilendiler. Küçükken tuttuğum iki yengeci birbirinin üstüne atar ve birbirleriyle boğuşmalarına gülerdim. Yengeç onu öbürünün üstüne benim attığımı ayırt edemiyor, saldırıya uğradığını sanıyor.

Ağızlık takmayanlara ve “aşı” olmayanlara bilenen bu insanları gördükçe o aklıma geliyor.

Bunlar kendilerine yöneltilen kötü davranışa direnmemeyi öğrenmiş kişilerdir. Bu kötü davranış dolaylı, davranışsal bir saygısızlık da olabilir, yalan söylemek de.

Dolmuş ve ÖHO’daki aşağılama, modern insanın bugün içinde bulunduğu çöküşle karşılaştırıldığında önemsiz bir örnektir belki. Ancak oradan alınacak derslerle “ağızlık takmadan girmek yasaktır” aşağılamasından çıkarılacak dersler ortak olabilir.

Sorun şurada ki, küçüğünden ders alamayan büyüğünden de alamıyor.

Bundan yirmi yıl önce ABD ve İsrail gizli servisleri New York’taki World Trade Center gökdelenlerini önceden yerleştirdikleri patlayıcılarla yıktılar. Bunu uçakları kaçırıp gökdelenlere çarpan Müslüman teröristlerin işi olarak gösterdiler. Bu küstah yalanı yutanlara bugün Covid-19’un tiyatro olduğunu anlatamazsınız. Veya elli ayrı noktada aynı anda orman yangını çıkmasının bir sabotaj olabileceğini anlatamazsınız. Çünkü yirmi yıl önce çıkarılacak dersleri çıkarmamışlardı.

11 Eylül bahanesiyle havaalanlarında ve uçaklarda maruz kaldıkları ve dolmuşları solda sıfır bırakan aşağılama ağırlarına gitmedi. İşte bu: Ağırınıza gitmeli. Kötü muameleye gerek yok bile; aldatılmak gücünüze gitmeli. Yalan ne kadar belirgin ve ne kadar büyük olursa o kadar ağırınıza gitmeli çünkü maruz kaldığınız aşağılama o kadar büyüktür.

Yalanı yakalarsanız ve bu ağırınıza giderse bu size sonraki yalanları yutmamak için büyük bir güç verir.

İnsanın duyguları arıza değildir. Sevgimiz olmasa bencil pislikler olurduk ve yardımlaşamaz, üreyemez ve sağ kalamazdık. Öfke ve gurur da sevgi gibi gerekli ve bizi sağ tutan duygulardır. Evrimsel süreç sevgisi olmayan insanları eleyip yok ettiği gibi kin, nefret, gurur gibi sözüm ona “olumsuz” duyguları olmayan insanları da yok etmiştir.


11 Eylül’ün resmi öyküsünün bir yalan olduğunu söyleyen uyarıcılarla karşılaştığında kişi şu hesabı yapar: Bu kişi doğru söylüyorsa bunun olası sonucu nedir? Bu kişi yanılıyorsa bunun olası sonucu nedir? Ama çoğu kişi hesabı yanlış yapar. Birinci olasılık, yani bu uyarıcının doğru söyleme olasılığı kişiye soğuk terler döktürmelidir. Çünkü bu iddia bütün dünya politikasını değiştirebilecek, tarihi yeniden yazmayı gerektirebilecek, basın-üniversite-politika üçlüsüne bakışımızı değiştirecek, uygarlığın kendisini sorgulatabilecek kadar köklü bir muhasebe yapmayı gerektirir. Yani yaşamsaldır; ölümcüldür.

Öyleyse böyle bir iddia karşısında insanın onuru ve öfkesi devreye girmelidir. Girmeyince ne olur? Kişi kendisine söylenen yalanı masaya yatırıp irdelemez. İrdelemediğinde bu adamlar nasıl çalışıyorlar, daha önce hangi yalanları söylemişler, kimlerin yardımını alıyorlar, farkında olmadan bunlara nasıl yardım ediyoruz, hangi yöntemleri geliştirmişler, gelecekte hangi yeni yöntemleri kullanacaklar gibi soruların yanıtını aramaz.

Uyarıcılara kulak asmadığı ve olayı araştırmadığı için sözgelimi dev binaların kolonlarını bıçak gibi kesebilen patlayıcıların varlığından habersiz kalır.


Bundan habersiz kalınca ne olur? Ormanların aylar öncesinden yerleştirilen uzaktan kumandalı ateş başlatıcılarla veya dronlarla başlatılma olanağını akla getirmez örneğin. Bu olasılığı düşünemeyince ne olur? “Sosyal medyaya düşen” bir videoyla yengeçleşir, ormanları PKK’lilerin yaktıklarına inanmaya ve Kürt-Türk çatışmasını harlamaya hazır hale gelir. Veya ormanın elli farklı noktadan aynı anda kendiliğinden tutuşabileceği gibi iddialara inanmaya hazır hale gelir.


Böylece “ormanlarımız küresel ısınma nedeniyle yanıyor” deme aşamasına gelir. Böylece enerji, yiyecek, su gibi temel ihtiyaçlarından vazgeçmesini sağlayacak yersiz bir suçluluk duygusuna kapılmaya hazır hale gelir.


Ondan sonra ne orman köylerinin boşaltılmasına direnci kalır, ne karbon vergisine, ne banknotların ortadan kaldırılmasına, ne GDO’ya, ne zorunlu veganlığa, ne zorunlu aşıya, ne de deri altı çipe direnci kalır.


Bunlar domino taşları gibi birbirini izleyen olgulardır. Temel insan davranışı değişmez. Yalanın küçüğüne izin vermek, yalancıyı daha büyük yalanlar söylemeye çağırmaktır.


Birinci zokayı yutan, kendisi hakkında pek çok gizemi oltacıya açık eder. Oltacı bu bilgiyi kullanarak her seferinde daha büyük, daha büyük zokalar hazırlar.

Herhangi bir aşamada uyanan ve ağzından zokayı çıkaran kişi için zincir kırılmıştır; benzer zokayı bir daha yutmaz. İşte bunu sağlayan şey o güne dek yuttuğu zokaların ağırına gitmesidir. Bu sefer o oltacıyı gözlemeye ve onun gizemlerini öğrenmeye başlar. Böylece hazırlanan bir sonraki zokayı kestirebilecek duruma bile gelebilir.

Bu kişi “hepimizi köle etmek için deri altı çip takmaya hazırlanıyorlar” gibi bir haber verdiğinde onu komplo kuramcısı olarak bir kenara iten, üstelik bunu eleştirel düşünme adı altında yapanlar o güne kadarki bütün zokaları yutmuş olanlardır.


Bunların öfke, gurur, intikam gibi duyguları sanki insanlığın arızalarıymış gibi baskılama yanlısı olmaları şaşırtıcı değildir. Çünkü bunların eleştirel düşünür olmak için bir güdülenmeleri (motivasyonları) yoktur!


Milyarların aldatıldığı ve koyun sürüsüne dönüştürülmeye çalışıldığı bugünün bağlamında eleştirel düşünür olmak için en büyük ve tek gerekçe aptal yerine konmamaktır; aşağılanmamaktır; sömürülmemektir.



Kaynak :

1.218 görüntüleme

İlgili Yazılar

Hepsini Gör

コメント