Kovid-19 hakkındaki İLK ve EN KAPSAMLI haber sitesi "SWISS POLICY RESEARCH"ün TEMMUZ Raporu'nun TÜRKÇE Çevirisi...
İÇERİK
● Pandeminin gelişimi üzerine
● Kovid-19’un ölümcüllüğü üzerine
● Kovid-19’un sağlık riskleri üzerine
● Kovid-19’un tedavisi üzerine
● Maskelerin etkililiği üzerine
● Temas izlemenin rolü
● Yeni korona virüsünün kaynağı üzerine
Pandeminin gelişimi üzerine
Birçok Batı ülkesinde, korona virüsü enfeksiyonlarının doruğuna Mart veya Nisan aylarında, çoğunlukla da tecritlerden önce zaten ulaşılmıştı, ölümlerin doruğa ulaşması da Nisan ayındaydı. Bu ülkelerin çoğunda, hastaneye kaldırılanların sayısı ve ölümler o zamandan beri düşmektedir (bkz. aşağıdaki grafikler).
Bu gelişme, aynı zamanda İsveç, Beyaz Rusya ve Japonya gibi tecrit uygulamayan ülkeler için de geçerlidir. Batı ülkelerinin çoğundaki kümülatif yıllık ölüm sayıları, (İsviçre, Avusturya, Almanya’daki gibi) hafif veya (ABD, İngiltere’deki gibi) şiddetli geçen bir influenza mevsimi aralığında olacaktır.
Tecritler sona erdikten sonra, birçok ülkede nüfusun düşük risk taşıyan geneline, örneğin, işe ve okula geri dönenlere, yapılan korona testi sayıları büyük bir artış göstermiştir.
Bazı ülkelerde veya bölgelerde ise bu durum, pozitif test sonuçlarında belli bir artışa yol açmıştır. Pozitif testlerin oranı çok düşük kalmış olsa da çoğu medya kuruluşu ve yetkililerce, bu durum, “vaka sayıları”nda sözde tehlikeli bir artış varmış gibi gösterilmiş, bazen de yeni kısıtlamalar uygulanmasına yol açmıştır.
Halbuki, “vaka sayıları” hasta ya da enfekte olmuş insanların sayısına eşitlenemeyecek yanıltıcı rakamlardır. Pozitif çıkan bir test, örneğin, enfeksiyona yol açmayan virüs parçalarına, belirti göstermeyen bir enfeksiyona, tekrar edilen bir teste veya hatalı bir pozitif sonuca bağlı olabilir.
Dahası, antikor testleri ve immünolojik testler, yeni korona virüsünün gündelik PCR testleri temel alındığında varsayılandan 50 kata kadar daha fazla yayıldığını çoktan beri göstermiş olduğu için sözde “vaka sayıları”nı hesaba katmak hiç de anlamlı değildir.
Aksine, kesin olan rakamlar, hastalanan, hastaneye kaldırılan ve ölenlerin sayılarıdır. Buna karşın, birçok hastanenin artık normal çalışma düzenine geri döndüğü ve belirti göstermeyenler dahil, tüm hastaların ek olarak korona virüsü testlerine tabi tutulduğu da vurgulanmalıdır. Bu yüzden de önemli olan, hastaneler ve yoğun bakım ünitelerindeki gerçek Kovid hastalarının sayısıdır.
Örneğin, İsveç söz konusu olduğunda, “vakalar”da görünen artışın, yapılan test sayısındaki artıştan kaynaklandığı netleştikten sonra, WHO bu ülkeyi “riskli ülke” kategorisinden çıkartmak zorunda kalmıştır. Aslında, İsveç’te hastaneye kaldırılanların ve ölümlerin sayısı Nisan ayından beri düşmektedir.
Bazı ülkelerde Mayıs ayından beri zaten ölüm sayıları ortalamanın altında seyrediyor. Bunun nedeni, ölümler %80’e varan oranda bakım evlerinde olduğu için, koronadan ölenlerin yaş ortalamasının, genelde ortalama hayat beklentisinden daha yüksek olmasıdır.
Korona virüsünün yayılımının şu ana kadar büyük ölçüde azaldığı ülke ve bölgelerde, yine de Kovid hastalarında tekrarlanan bir artış olma olasılığı vardır. Bu vakalarda, erken ve etkili tedavi önemlidir (aşağıya bkz.).
Şu anda küresel Kovid-19 ölüm sayısı; günümüzde nüfus çok daha yaşlı olduğu halde, 1957 (Asya gribi) ve 1968 (Hong Kong gribi) pandemilerinin kat kat altında olup, oldukça hafif geçen 2009 “domuz gribi pandemisi” aralığındadır.
Aşağıdaki grafikler, “vakalar” ile “ölümler” arasındaki tutarsızlığı göstermektedir:
Aşağıdaki grafikler Kovid ölüm sayılarıyla daha önceki grip mevsimlerini karşılaştırmaktadır (daha fazla bilgi):
Aşağıdaki grafik (tecrit uygulamayan) İsveç’teki ölümleri New York Eyaleti’ndekilerle karşılaştırıyor:
İsveç’teki ölümler ile New York Eyaleti’ndeki ölümler (FEE/Paul Yowell)
Aşağıdaki grafik Kovid-19 pandemisini daha önceki pandemiler ile karşılaştırıyor:
Küresel Kovid ölüm sayıları ile daha önceki pandemilerdeki ölüm sayıları (DB Research)
Kovid-19’un ölümcüllüğü üzerine
Antikor çalışmalarının çoğunda %0,1 ile %0,3’lük bir nüfusa dayalı Enfeksiyon Ölümcüllük Oranı (IFR (Çev. notu: enfeksiyona yakalananların ölüm oranı)) ortaya konmuştur. ABD’nin yetkili sağlık kurumu CDC, Mayıs ayında (%35 oranındaki belirti göstermeyen vakayı temel alarak) hala temkinli bir %0,26’lık “en iyi olasılık tahmini” yapmıştır.
Mayıs ayı sonunda ise Zürih Üniversitesi, kandaki antikorları (IgG ve IgM) ölçen bildik antikor testlerinin, bütün korona virüsü enfeksiyonlarının en fazla ortalama beşte birini ayırdedebildiğini ilk kez kanıtlayan bir bağışıklık çalışması yayınladı.
Bunun nedeni, çoğu insanda yeni korona virüsünün sümük-balgam zarı üzerindeki antikorlar (IgA) ya da hücresel bağışıklık (T-hücreleri) tarafından çoktan nötralize edilmiş olması ve hiçbir belirti görülmemesi veya sadece hafif belirtiler görülmesidir.
Bu ise yeni korona virüsünün muhtemelen önceden düşünüldüğünden çok daha yaygın, enfeksiyon başına ölümcüllüğünün de önceden hesaplandığından yaklaşık 5 kat düşük olduğu anlamına geliyor. Böylelikle, gerçek ölümcüllüğü %0,1’in oldukça altında, bu nedenle de güçlü bir mevsimsel grip aralığında olabilir.
İsviçre’de yapılan bu çalışma aynı zamanda, çocukların (daha önceki soğuk algınlığı korona virüsleri ile sık temas etmesine bağlı olarak) neden genellikle hiçbir belirti yaşamadığını ve New York gibi hastalığın yoğunlaştığı yerlerde bile neden en fazla %20’lik bir antikor prevalansı (IgG/IgM) görüldüğünü açıklayabilir ki bu zaten sürü bağışıklığına denk düşmektedir.
İsviçre’de yapılan çalışma bu arada birçok başka çalışma tarafından da teyit edilmiştir:
İsveç’te yapılan bir çalışma, hastalığı hafif geçiren veya belirti göstermeyen insanların, virüsü genelde antikor üretme gereksinimi duymadan T-hücreleri tarafından nötralize ettiğini gösterdi. Toplamda, T-hücresi bağışıklığı antikor bağışıklığından ortalama 2 kat daha yaygındı.
İspanya’da yapılan ve Lancet dergisinde yayınlanan geniş kapsamlı bir antikor çalışması, belirti gösteren kişilerin %20’sinden azında ve belirti göstermeyen insanların yaklaşık %2’sinde IgG antikorları bulunduğunu ortaya koydu.
Almanya’da yapılan (henüz basılmamış) bir çalışma, yeni korona virüsü ile henüz temas etmemiş insanların %81’inin zaten kros reaktif (Çev. Notu: belli bir antijene karşı oluşmuş antikorun sözkonusu antijene yapı bakımından benzer başka bir antijen ile de reaksiyona girme özelliğine sahip) T-hücrelerine, böylelikle de (daha önceki soğuk algınlığı korona virüsleri ile temas etmelerine bağlı olarak) belli bir arkaplan bağışıklığına sahip olduğunu gösterdi.
Çin’de yapılmış ve Nature dergisinde yayınlanmış bir çalışma, belirti gösteren insanların %40’ında ve belirti göstermeyen insanların %12,9’unda, iyileşme aşamasından sonra, IgG antikorlarının tespit edilebildiğini ortaya koydu.
Çin’in Wuhan kentinde yaklaşık 25.000 hastane çalışanı üzerinde yapılmış bir başka çalışma, enfekte olduğu varsayılan bu çalışanların en fazla beşte birinde IgG antikorları bulunduğunu gösterdi (basında çıkan makale).
Fransa’da yapılmış (henüz basılmamış) ufak bir çalışma, bir ailenin Kovid’e yakalanmış 8 ferdinden 6’sının, antikor olmaksızın geçici bir T-hücresi bağışıklığı geliştirdiğini ortaya koydu.
Video söyleşisi: İsveçli Doktor: T-hücresi bağışıklığı ve İsveç’te Kovid-19 gerçeği
Bu bağlamda, ABD’de yapılmış ve haftalık Science Translational Medicine dergisinde yayınlanmış, farklı göstergelerin kullanıldığı bir çalışmada, Kovid-19’un ölümcüllüğünün başlangıçta varsayılandan çok daha düşük olduğu, fakat hastalığın yoğun görüldüğü bazı yerlerdeki yayılımının zannedildiğinden 80 kata kadar daha hızlı olduğu sonucuna varıldı. Bu da hasta sayısındaki hızlı, ama kısa süreli artışı açıklayacaktır.
Avrupa’nın “korona’nın en yoğun görüldüğü ilk yer”lerinden biri olan Avusturya kayak merkezi Ischgl’daki bir çalışmada, halkın %42’sinde antikorlar bulunmuştu. Enfeksiyonların %85’i “farkedilmemiş” (yani çok hafif geçirilmiş), yaklaşık %50’sinde ise (farkedilebilir) hiçbir belirti olmamıştı.
Ischgl’daki %42’lik yüksek antikor değeri, oradakilerin aynı zamanda kanda (sadece IgM/IgG yerine) IgA antikor testine tabi tutulması yüzündendi. Mükozal (Çev. notu: Bazı organların iç tarafını kaplayan ve ifrazatı olan zara ait) IgA ve T-hücreleri testleri yapılsaydı, bunlar kuşkusuz sürü bağışıklığına yaklaşan daha da yüksek bağışıklık düzeyleri gösterecekti.
Ischgl’da, iki adet Kovid’e bağlı ölüm oldu (ölenlerin her ikisi de önceden başka hastalıkları olan erkeklerdi). Bu durum ‘ham IFR’nin %0,26 olmasıyla sonuçlandı. Nüfus yapısı ve bağışıklığın gerçek boyutu hesaba katıldığında, nüfusa dayalı Kovid ölümcüllüğünün %0,1’in altında olacağı muhtemeldir.
Kovid-19, düşük ölümcüllüğü nedeniyle, ABD’nin sağlık yetkilileri tarafından oluşturulmuş 5 seviyeli pandemi planının 2. seviyesine denk düşmektedir. Bu seviye için, nüfusun tamamına yönelik maske kullanımı, okulların kapatılması, mesafe kuralları, temas izleme, aşılar ve tecritler gibi daha ileri önlemler önerilmezken, yalnızca “hasta insanların gönüllü izolasyonu” uygulanmak zorundadır.
Bağışıklıkla ilgili yeni çalışma sonuçları da “bağışıklık pasaportları” ve kitlesel aşılamanın işe yarayacak gibi görünmediği, bu nedenle de yararlı bir strateji olmadığına işaret ediyor.
Bazı medya kuruluşları hala çok daha yüksek Kovid ölümcüllük seviyelerinden söz etmeye devam ediyor. Buna karşın, bu medya kuruluşları, eskide kalmış simülasyon modellerini kullanıyor, ölüm sayıları ile ölümcüllüğü veya CFR ile IFR’yi veya “ham IFR” ile “nüfusa dayalı IFR’yi birbirine karıştırıyor. Bu hatalarla ilgili daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.
New York Kenti’nin bazı bölgelerinde, Temmuz ayında, sözde %70’e varan bir antikor yaygınlığı olduğu söylenmişti. Halbuki bu, nüfusa oranlanmış değil, daha çok bir acil bakım merkezine başvuran insanlarda bulunan antikorlara ilişkin bir rakamdı.
Aşağıdaki grafikte, (hiçbir tecrit uygulanmayan, maske takma zorunluluğu olmayan) İsveç’teki korona ölümlerinin gerçek gelişimi, Imperial College London (Londra İmparatorluk Üniversitesi) tahminleri ile (turuncu: hiçbir önlemin alınmadığı; gri: ılımlı önlemlerin alındığı) karşılaştırmalı olarak gösteriliyor. İsveç’teki yıllık tüm nedenlerden ölüm sayısı aslında, orta şiddetteki bir grip dalgası aralığında olup, geçtiğimiz yıllardakinden %3,6 daha düşüktür.
İsveç’teki Korona ölümleri: ICL tahmini ile gerçeğin karşılaştırılması (HTY/FOHM)
Kovid-19’un sağlık riskleri üzerine
Yeni korona virüsü neden birçok insan için zararsız, ama bazı insanlar için çok tehlikelidir? Bu durum virüsün ve insan bağışıklık sisteminin belli özellikleri ile ilgilidir.
Çocukların neredeyse tamamı dahil birçok insan, yeni korona virüsünü (daha önceki soğuk algınlığı korona virüsleri nedeniyle) mevcut bir bağışıklıkla veya sümük-balgam zarı üzerindeki antikorlar (IgA) yoluyla, virüs fazla bir tahribata yol açmadan, nötralize edebilmektedir.
Buna karşın, eğer bu başarılı olmazsa virüs organizmaya sızabilmektedir. Virüs, insanın ACE2 hücre reseptörünü etkin bir biçimde kullanabilmesi sayesinde, akciğerlerde (zatürre), kan damarlarında (trombozlar - damarda kan pıhtılaşması), emboliler - pıhtı nedeniyle tıkanma) ve başka organlarda sağlık sorunlarına yol açabilmektedir.
Eğer bu durumda bağışıklık sistemi (yaşlı insanlarda) çok zayıf tepki verirse veya (bazı daha genç insanlarda) aşırı güçlü tepki verirse, hastalığın seyri kritik hale gelebilmektedir.
Ciddi bir Kovid-19 hastalığının belirtilerinin veya yarattığı sorunların bazı vakalarda haftalarca, hatta aylarca sürebildiği de teyit edilmiştir.
Bu yüzden, yeni korona virüsü hafife alınmamalıdır ve riskli hastalar için erken ve etkili bir tedavi kesinlikle yaşamsaldır.
Yeni korona virüsü, daha uzun vadede, yine ACE2 hücre reseptörünü kullanan ve günümüzde üst ve alt solunum yolları enfeksiyonlarına yol açarak küçük çocukları ve bakım hastalarını etkileyen NL63 korona virüsü gibi tipik bir soğuk algınlığı virüsüne dönüşebilir.
Kovid-19’un tedavisi üzerine
Not: Hastaların bir doktora danışması gerekmektedir.
Birçok çalışma artık bazı önde gelen doktorların Mart ayından beri söylediklerini teyit ediyor: Kovid hastalarının çinko ve sıtma ilacı hidroksiklorokinin (HCQ) ile erken tedavisi gerçekten de etkilidir.
ABD’deki doktorlar, hastaneye yatma oranlarında %84’e varan oranda bir azalma ve sağlık durumunda çoğunlukla birkaç saat içinde gerçekleşen bir dengelenme olduğunu bildirmektedir.
Çinkonun antiviral özellikleri vardır. HCQ, çinko emilimini destekliyor ve ek antiviral özelliklere sahiptir. Doktorlar bu ilaçlarla birlikte, eğer gerekirse (bakteriyel süper enfeksiyonu önlemek için) bir antibiyotik ve (enfeksiyona bağlı trombozlar ve embolileri önlemek için) bir kan sulandırıcı da vermektedir.
Bazı çalışmalardaki HCQ ile ilgili sözde veya gerçek olumsuz sonuçlar; mevcut bilgi düzeyine göre, (yoğun bakım hastalarında) gecikmiş kullanıma, (günde 2400mg’a kadar) aşırı dozlara, manipüle edilmiş veri kümelerine veya (favizm veya kalp sorunları gibi) yok sayılmış kontrendikasyonlara (Çev. notu: tedavinin uygun olmadığını gösteren hallere) dayanmaktadır.
Üzücü olan şey ise, WHO’nun, birçok medya kuruluşlarının ve bazı yetkililerin, geçtiğimiz aylarda politik nedenlere bağlı olarak ya da ilaç şirketlerinin etkisi altında, sergiledikleri olumsuz duruşlarıyla halk sağlığı açısından oldukça önemli ve gereksiz bir zarara yol açmış olma olasılığıdır.
Örneğin, fransız tıp profesörü Jaouad Zemmouri’nin hesaplamalarına göre, Avrupa tutarlı bir HCQ tedavi stratejisi benimsemiş olsaydı, Kovid ölümlerini %78’e varan oranda önleyebilirdi.
HCQ’nun favizm veya kalp sorunları gibi kontraendikasyonları dikkate alınmalıdır, ama bu yakınlarda Ford Medical Center (Ford Tıp Merkezi) tarafından yapılan bir çalışmada, hastaların %56’sı (daha sık favizme rastlanan) Afrikalı-Amerikalı hastalar olduğu halde, hastanedeki ölümlerin yaklaşık %50 oranında azalması sağlanmıştır.
Halbuki, yüksek riskli hastaların tedavisindeki can alıcı nokta, hastalığın ilerlemesini engellemek ve hastanın yoğun bakıma yatırılmasından kaçınmak için, bir PCR testi olmasa bile, ilk tipik belirtiler ortaya çıkar çıkmaz erken müdahaledir.
Çoğu ülkede bunun tam tersini yapılmıştır: Mart ayındaki enfeksiyon dalgasının ardından, enfekte olmuş ve korkmuş insanlara tecrit dayatılmıştır. Tecrit nedeniyle tedavi olmaksızın evlerine kapatılmış, çoğunlukla şiddetli solunum yolu rahatsızlıkları ortaya çıkıncaya kadar beklemiş, genellikle sakinleştiriciler verilerek, suni solunum cihazlarıyla entübe edildikleri ve büyük olasılıkla öldükleri yoğun bakım ünitelerine doğrudan yatırılmak zorunda kalmışlardır.
Çinko ve HCQ’nun birlikte kullanıldığı basit, güvenli ve ucuz bir protokolun, daha karmaşık ilaçları, aşıları ve önlemleri büyük ölçüde geçersiz kılabileceği akla yatkındır.
Son zamanlarda Fransa’da yapılan bir vaka çalışması, Gilead ilaç şirketine ait Remdesivir adlı çok daha pahalı bir ilaçla tedavi edilen beş hastadan dördünün tedavisinin karaciğer sorunları ve böbrek yetmezliği nedeniyle durdurulmak zorunda kaldığını ortaya koymuştur.
Daha fazla bilgi için: Kovid-19’un tedavisi üzerine
Maskelerin etkililiği üzerine
Çeşitli ülkeler, toplu taşıma araçlarında, alışveriş merkezlerinde veya genel olarak kamusal alanda zorunlu maske kullanımına geçti veya şu sıra geçmeyi tartışıyor.
Kovid-19’un beklenenden düşük ölümcüllüğü ve hastaneye kaldırılma oranı ile “hastalık eğrisini düzleme” kaygısını çoğunlukla gidermiş olan mevcut tedavi seçenekleri nedeniyle, bazıları bu tartışmanın büyük ölçüde geçersiz hale geldiğini ileri sürebilir.
Yine de maskelerin etkili olup olmadığı sorgulanabilir. İnfluenza salgınları olduğunda, bilimsel bir bakış açısından cevap zaten açıktır: gündelik hayatta maskelerin hiçbir etkisi yoktur veya çok az etkisi vardır. Düzgün kullanılmadıkları zaman, enfeksiyon riskini artırabilirler de.
İronik olarak, en iyi ve en son yaşanan örnek sık sık sözü edilen Japonya’dır: Japonya’da daima hazır ve nazır bulunan maskelere rağmen – yaklaşık beş milyon insanın hastalandığı – en son şiddetli grip dalgası yalnızca bir yıl önce, 2019 yılının Ocak ve Şubat aylarında yaşanmıştı.
Halbuki, SARS korona virüslerinin aksine, influenza virüsleri çocuklar tarafından da bulaştırılıyor. Gerçekten de Japonya 2019 yılında akut grip salgınları yüzünden yaklaşık onbin okulu kapatmak zorunda kalmıştı.
2002 ve 2003 yıllarındaki SARS 1 virüsü söz konusu olduğunda, tıbbi maskelerin enfeksiyona karşı kısmi koruma sağlayabileceğine ilişkin bazı kanıtlar mevcuttur. Fakat SARS-1 neredeyse yalnızca hastanelerde, yani profesyonel bir ortamda yayılmış, nüfusun geneline neredeyse hiç bulaşmamıştır.
Aksine, 2015 yılına ait bir çalışma, bugün kullanımda olan kumaş maskelerin gözenek boyutları yüzünden viral parçacıkları %97 oranında geçirdiğini ve nemi biriktirerek enfeksiyon riskini daha fazla artırabildiğini göstermiştir.
Son zamanlarda yapılan bazı çalışmalarda, yeni korona virüsü söz konusu olduğunda gündelik maskelerin yine de etkili olduğu ve en azından başkalarının enfekte olmasını önleyebileceği ileri sürülmüştür. Halbuki, bu çalışmalar kötü metodolojiden muzdariptir ve bazen iddia ettikleri şeyin aksini göstermektedir.
Bu çalışmalarda tipik bir biçimde, diğer eş zamanlı önlemlerin etkisi, enfeksiyon sayılarının doğal gelişimi, test aktivitesindeki değişiklikler yok sayılmakta veya çok farklı koşulları olan ülkeler karşılaştırılmaktadır.
Genel bakış:
Almanya’da yapılan bir çalışmada, zorunlu maske kullanımına geçilmesinin Almanya’daki kentlerde enfeksiyonların azalmasına yol açtığı ileri sürüldü. Fakat veriler bunu desteklemiyor: bazı kentlerde hiçbir değişiklik olmamış, bazılarındaki enfeksiyonlarda azalma, diğerlerinde ise artış olmuştur (bkz. aşağıdaki grafik). Model olarak gösterilen Jena kentinde, eş zamanlı olarak Almanya’daki en katı karantina kuralları devreye sokulmuş, ama çalışmada bundan söz edilmemiştir.
PNAS dergisindeki bir çalışmada, (New York Kenti dahil) hastalığın en yoğun görüldüğü üç yerde maskelerin enfeksiyonlarda bir azalmaya yol açtığı iddia edildi. Burada da enfeksiyonlardaki doğal azalma ve diğer önlemler hesaba katılmamıştır. Bu çalışma o kadar fazla hata içeriyordu ki 40’ı aşkın bilim insanı çalışmanın geri çekilmesini önermiştir.
ABD’de yapılan bir çalışmada zorunlu maskelerin 15 eyalette enfeksiyonların azalmasına yol açtığı ileri sürüldü. Bu çalışmada da o sıralarda çoğu eyalette enfeksiyonların zaten azalmakta olduğu hesaba katılmamış, diğer eyaletlerle bir karşılaştırma yapılmamıştır.
Kanada’da yapılan bir çalışmada zorunlu maske kullanımı olan ülkelerdeki ölümlerin zorunlu maske kullanımı olmayan ülkelerden daha az olduğu iddia edildi. Fakat bu çalışmada çok farklı enfeksiyon oranları ve nüfus yapıları olan Afrika, Latin Amerika, Asya ve Doğu Avrupa ülkeleri karşılaştırılmıştır.
Lancet dergisinde yayınlanan bir meta-çalışmada maskelerin enfeksiyon risklerinin azalmasına yol “açabileceği” ileri sürüldü, ama çalışmada esas olarak (Sars-1) hastaneler incelenmiş ve kanıtların “düşük” güçte olduğu belirtilmiştir.
Zorunlu maske kulanımının tıbbi açıdan yararı bu yüzden kuşkulu olmaya devam ediyor. Örneğin, East Anglia Üniversitesi tarafından yapılan karşılaştırmalı bir çalışmada, zorunlu maske kullanımının Kovid enfeksiyonlarının veya ölümlerin görülme sıklığı üzerinde hiçbir ölçülebilir etkisi olmadığı sonucuna varılmıştır.
Maskelerin yaygın kullanımının Wuhan’daki salgını önleyemediği de açıkça ortadadır.
İsveç, bir tecrit uygulamadan, zorunlu maske kullanımı olmadan, Avrupa’da en düşük sayıdaki yoğun bakım yatak kapasitelerinden biriyle bile, hastanelerin aşırı yüklenmesinin gerekmediğini göstermiştir. Gerçekten, İsveç’in yıllık tüm nedenlerden ölüm sayısı önceki grip mevsimleri aralığında kalmıştır.
Her vaziyette, buna ilişkin bir kanıt bulunmadığı için, yetkililer örneğin toplu taşıma araçlarında zorunlu maske kullanımının enfeksiyon riskini azalttığını halka söylememelidir. Aşırı kalabalık iç mekanlarda maske olsun olmasın artan bir enfeksiyon riski vardır.
İlginç bir biçimde, dünya çapında zorunlu maske kullanımı talebinde başı çeken, Davos Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) “genç bir lideri” tarafından kurulmuş olan “masks4all” (“herkesemaske”) adlı bir lobi grubudur.
Alman kentlerinde zorunlu maske kullanımı: hiçbir etkisi yok. (IZA 2020)
Temas izlemenin rolü
Çok sayıda ülkede akıllı telefon uygulamaları ve “temas izleme” için özel birimler devreye sokulmuştur. Halbuki, bunların salgın açısından anlamlı bir katkı yapabileceğine ilişkin hiçbir kanıt yoktur.
İzleme konusunda öncü olan İzlanda’da, uygulama büyük ölçüde başarısız oldu, Norveç’te verilerin korunmasına ilişkin nedenlerle durduruldu, Hindistan, Arjantin, Singapur ve başka ülkelerde herşeye karşın zorunlu hale geldi. İsrail’de temas izleme doğrudan gizli servis tarafından idare ediliyor.
İnfluenza pandemileri hakkında yeni bir çalışmasında Dünya Sağlık Örgütü, temas izlemenin tıbbi açıdan mantıklı olmadığı ve “hiçbir koşulda tavsiye edilmediği” sonucuna varmıştır. Bu teknolojinin tipik uygulama alanı daha çok cinsel yolla bulaşan hastalıklar veya gıda zehirlenmeleridir.
Dahası, verilerin ve sivil hakların korunmasına ilişkin ciddi kaygılar halen mevcuttur.
ABD Ulusal Güvenlik Kurumu NSA’yı medyaya ifşa eden Edward Snowden, Mart ayı gibi erken bir tarihte, hükümetlerin, bu sayede bir “tahakküm mimarisi” oluşturarak, korona krizini sosyal gözetleme ve kontrolün kalıcı olarak yaygınlaştırılması için bir fırsat ya da bahane diye kullanabileceği uyarısında bulunmuştu.
Temas izleyiciler konusunda ABD’de yapılan bir eğitim programında yer alan bir ifşaatçı, bunu “totaliter” ve “toplum için bir tehlike” olarak tanımladı.
İsviçreli bilgisayar bilimi profesörü Serge Vaudenay, gerçek işlevselliği, “açık kaynak” olmayan bir Google ve Apple arayüzü (GAEN) aracılığıyla uygulandığı için, temas izleme protokollarının hiçbir biçimde “desantralize” ve “saydam” olmadıklarını gösterdi.
Bu arayüz zaten Google ve Apple tarafından üç milyar cep telefonuna yerleştirilmiştir. Prof. Vaudenay’a göre, bu arayüz sadece tıbbi açıdan “ilgili” olanları değil, bütün temasları kaydedebilir ve depolayabilir. Alman bir bilişim uzmanı, temas izleme uygulamalarını kendi adına bir “Truva atı” olarak tarif etmiştir.
“Temas izleme” konusunda daha fazla bilgi için bkz. Haziran güncellemesi.
Ayrıca bkz.: Inside the NSA’s Secret Tool for Mapping Your Social Network (NSA’nın Sosyal Haber Ağınızın Haritasını Çıkartmak için Kullandığı Gizli Araç’ın İçyüzü) (Wired)
Google ve Apple tarafından desteklenen “Temas İzleme”
Yeni korona virüsünün kaynağı üzerine
Haziran güncellemesi, ünlü virologlara göre yeni korona virüsünün kaynağının bir laboratuvar olma olasılığının “en azından” doğal kaynaklı olma olasılığı kadar yüksek olduğunu ortaya koymuştu. Bu durum virüsün, insanlarda özellikle bulaşıcılığının yüksek olmasına yol açan, reseptör bağlanma alanındaki bazı genetik özellikler yüzündendir.
Bu arada, bu hipotezi destekleyen daha fazla kanıt ortaya çıkmıştır. Daha fazla bilgi için:
Covid-19 Virus Origin: The Mojiang Miners Passage Hypothesis (Kovid-19 Virüsünün Kaynağı: Mojiang Madenciler Pasajı* Hipotezi) (SPR) (*) Çev. Notu: “Passaging” virüslerin uyumlu hale getirilmesi, yani evrimlerinin hızlandırılması için, uyumlu olmadıkları canlı hücre veya organizmalar içine yerleştirilmeleridir.
Seven year coronavirus trail from bat cave via Wuhan lab (Wuhan laboratuvarı yoluyla yarasa mağarasından yedi yıllık korona virüsü izi) (London Times gazetesi)
Pentagon biolab discovered MERS and SARS-like coronaviruses in bats (Pentagon biyolaboratuvarı yarasalarda MERS ve SARS-benzeri korona virüsleri keşfetti) (DG)
2020 yılının başından beri olan gelişmeler, yeterince ölümcül ve yeterince hedef odaklı olmadığı için, yeni korona virüsünün kelimenin dar anlamıyla bir “biyosilah” olarak görülemeyeceğini gösteriyor. Buna karşın, halk arasında korkuya yol açabilmekte ve politik olarak kötüye kullanılabilmektedir.
“Wuhan canlı hayvan pazarı” hipotezi ve daha sonraki pangolin hipotezi bu arada uzmanlarca geçersiz kabul edildiyse de virüsün potansiyel olarak laboratuvar kaynaklı olma olasılığının yanısıra, doğa kaynaklı olması da gerçekçi bir olasılık olmaya devam ediyor.
Wuhan Viroloji Enstitüsü (WIV)
(Son güncellenme tarihi: 17 Temmuz)
Kaynak:
Comments