top of page

Covid-19'a Dair Türkiye'de Yazılmış En Kapsamlı Araştırma Yazısı - Murat Soydan

Güncelleme tarihi: 25 Şub 2023

Bu yazı, covid-19 sorgulamalarını, karşı görüşleri sorgusuz sualsiz ya da yüzeysel araştırmalarla hemen Komplo Teorisi olarak yaftalayanları bile düşündürebilir.


Büyük emek sonucu, kaynakları ve somut verileriyle ortaya çıkarılmış, bu muhteşem araştırma yazısını gerçeğin peşindeki herkes okumalı ve çevresiyle paylaşmalı.


Yazıdan Bazı Satırbaşları

● Dünyada üç milyar insan yoksulluk içinde ve dünyanın çeşitli yerlerinde 70 milyon insan yerinden edilmiş şekilde göçmen çadırlarında, sefalet içinde kalabalıklar hâlinde yaşamakta. Ancak hiçbirinde bir Covid19 krizi çıkmadı.


Salgının ilk günlerinde Çin’den gelen ve bir anda yere düşen insanları bir daha hiçbir yerde görmedik. Nitekim geçen zaman içinde hastalığın seyrini hepimiz öğrendik ve böyle bir şeyin mümkün de olmadığını fark ettik.


Pandemi sürecinin yöneticisi olan Dünya Sağlık Örgütü, geçmişi medikal sahtekarlıklar ve yanlış alarmlarla dolu bir kurum.


Çünkü bilimsel konularda manipülasyon ancak bilimin yerine başka şeyleri ikame ederek yapılır. Oysa bu ikamelerin hiçbiri bilime alternatif değildir ve olamaz. Yegane rehber, salih bir amelle yapılan deney, gözlem ve araştırmadır.


● Dünya Sağlık Örgütü, kaynaklar ve resmi araştırmalarla sunulmuş açık bir bilgilendirme yerine ülkeleri ağır tedbirleri kabul edecek şekilde manipüle eden endişe ve korku tetikleyici “tahminlerle” besliyor.


Bu “sürekli yalan” stratejisiyle yapılanlardan en ilginç, hatta korkuncu diyebilirim, İspanyol gribiyle ilgili yapılandı. Mevcut salgını İspanyol gribinden daha büyük göstererek “yüzyılın salgını” olarak anmak için resmi veriler değiştirildi. Medya yalanlarından en korkuncu buydu ancak tabii ki bu kadar değildi. Meşhur yalanlardan biri, İtalya ve Almanya kıyasında ortaya atıldı. Bu kadar kolay doğrulanabilecek bir konuda bile açık açık yalan söylemekten çekinmediler. Neye güveniyorlar? Kurdukları medya oligarşisinin gücünden başka hiçbir şeye.


Yine medyanın çok kullandığı söylemlerden biri, Covid19’un gripten daha hızlı yayıldığı söylemi. Eğer siz de böyle düşünüyorsanız haklısınız, çünkü tüm medya sürekli böyle yazdı. Ancak Dünya Sağlık Örgütü, Covid19’la ilgili hazırladığı final raporunda mevsimsel gribin yayılım hızının daha yüksek olduğunu verilerle ortaya koydu. Hiçbir araştırma da buna itiraz etmiyor.

İlginç olan nokta şu: DSÖ resmi sitesinde pek çok konunun doğrusunu yazmasına rağmen, basında çıkan bu yanlış bilgilendirmeleri düzeltecek hiçbir açıklama yapmıyor.

Raporlarına gerçeği yazarak sorumluluktan kurtuluyor, ancak aynı zamanda sessiz kalarak bilgi kirliliğini adeta teşvik ediyor. Hatta bunları düzeltmek yerine çıkıp “daha salgının başındayız” diyor.


“Peki tamam, medya böyle, iyi de kardeşim ülkeler bu ağır önlemleri kurulan Bilim Kurulları ile aldı” diyorsanız haklısınız. Ağır kilitlemelere sebep olan veriler için incelememiz gereken başka bir yer var. Hem ABD hem de İngiltere’deki bilim otoriteleri, kilitlemeleri tavsiye ederken Imperial College London (ICL) tarafından sunulan bilgisayar modellemelerini kullandı.

ICL, pandemi modellemesi konusunda dünyada neredeyse bir tekel. Ancak tam burada hatırlatmam gerekir ki, yanlış alarm doğuran Domuz Gribi salgınının modellemesini de bu kurum yapmıştı. ICL’nin en büyük bağışçısı, hatta neredeyse kurumun finansörü Bill ve Melinda Gates Vakfı.


Sansüre uğrayan araştırmalara, susturulan bilim adamlarına, medya-DSÖ ve ICL’nin skandallarına rağmen şunu sorabilirsiniz: “İyi de kardeşim sağlık sistemleri felç oluyor gözümüzle görüyoruz”.

Doğru, sağlık sistemleri büyük bir sınav geçiriyor ancak öncelikle şunu belirtmem gerek ki sağlık sistemlerinde medyada yazıldığı ya da beklendiği kadar büyük bir kriz yaşanmadı. Bir örnekle açıklayayım...


Covid19'la İlgili Gerçek Veriler

Murat Soydan - 10.05.2020


Türkiye’nin tam sokağa çıkma yasağı ilan etmemesi ve şimdi bir normalleşme süreci başlatması sistematik şekilde “ekonomik sebeplere” bağlanıyor ve salgınla mücadelemize gölge düşüren bir algı oluşturuluyor. Peki salgınla ilgili gerçek veriler ne diyor?

Epey bir süredir bir kesim ana akım medyada ve sosyal medyada, gerçek verilerden ve araştırmalarla desteklenmemesine rağmen büyük rağbet gören bir propaganda yürütülüyor.


Bu propagandaya göre Türkiye, ekonomik yetersizlikten dolayı sağlımızı tehlikeye atan bir normalleşme süreci başlattı, ekonomiyi sağlığın önüne koydu. DSÖ gibi uluslararası kuruluşlardan gelen “henüz salgının başındayız” açıklamaları da, bu propagandayı pekiştiren bir atmosfer oluşturdu.


Bu propagandanın sistematikleşmesi, benim açımdan hastalığın uluslararası kuruluşlar ve medya tarafından ulus devletler aleyhine silahlaştırıldığı şüphesini doğuran ve büyüten etken oldu.

Beni takip edenler Çin’de ilk ilan edildiğinden beri tüm şehri karantinaya alan sokağa çıkma yasaklarına eleştirel yaklaştığımı biliyorlar. Eleştirel olmamın sebebini ise sürekli tekrarladığım bir soruyla izah ediyordum: “Hastalıkla ilgili gerçek veriler ne?”


Pek çok kişi bu soruyu sorduğumda “Veriler zaten her gün yayınlanıyor, bu neyden bahsediyor?” diyor. Böyle düşünmekte haklılar çünkü hergün karşımıza onlarca sayı, onlarca oran çıkmakta.


Ancak bu bilgi çokluğu, aynı zamanda en temel verilerin konuşulmasına engel olan bir atmosfer oluşurdu. Örneğin bu hastalığın ölümle sonuçlanan vaka oranı. Bunu söylediğimde de şöyle bir itiraz geliyor: “Vaka ve ölüm sayısı belli, bul işte oranı”


Oysa bu itirazı getirenlerin atladığı nokta, her gün açıklanan vaka sayısının “test edilerek tespit edilmiş, onaylanmış vaka” sayısı olduğu. Oysa hastalığa yakalananların ezici çoğunluğu hastalığı evinde geçiriyor.


Bu kişilerin sayısını bilmediğimiz için biz ölümle sonuçlanan vaka oranına ulaşamıyoruz. Uzun uzun izah ederek ilerlediğim için kusura bakmayın, çok büyük bir bilgi kirliliği karşısında ancak böyle izah ederek ilerlemek durumundayım.


Sürekli yüksek sesle tekrarlanan tek bir şey var: “İnsanlar ölüyor! Çin sert kilitleme önlemleri aldığı için başardı. İtalya ise bu önlemleri almadığı için çok büyük kayıplar veriyor. İtalya olmak istemiyorsak acilen tüm ülkeyi kilitlemeliyiz!”

Ancak öte yandan, aynı medya kafaları karıştıran onlarca duruma hiçbir izah getiremiyor. Dünyada üç milyar insan yoksulluk içinde ve dünyanın çeşitli yerlerinde 70 milyon insan yerinden edilmiş şekilde göçmen çadırlarında, sefalet içinde kalabalıklar hâlinde yaşamakta. Ancak hiçbirinde bir Covid19 krizi çıkmadı.


Öte yandan, film yıldızlarından sporculara ve milyarderlerden devlet başkanlarına kadar uzanan yüzlerce zengin ve ünlü insan, birkaç seçkin kraliyet üyesiyle birlikte koronavirüse yakalandı.


Bu yeterince tuhaf değilse, bu yüzlerce zengin ve ünlü insanın hiçbirinde birkaç hafif semptom dışında bir etki görülmediğini ve birçoğunun asemptomatik olduğunu da düşünün… Açıkçası herkes içten içe biliyor ki bu tuhaf tablonun biyolojiyle veya doğa yasalarıyla hiçbir ilgisi yok…

Salgının ilk günlerinde Çin’den gelen ve bir anda yere düşen insanları bir daha hiçbir yerde görmedik. Nitekim geçen zaman içinde hastalığın seyrini hepimiz öğrendik ve böyle bir şeyin mümkün de olmadığını fark ettik.

Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping, ekonomiyi kurtarmak için Çin halkını işe geri göndermeye karar verdiğinde salgın mucizevi bir şekilde durdu. Zaten Pekin gibi Çin’in en kalabalık şehirleri neredeyse hiç etkilenmemişti. Tabi hepsine bir bahaneleri vardı.

Ama bu bahanelere inanmadan önce önemli olan, bu devlet ve uluslararası kuruluşların güvenilirliğiydi. Pandemi sürecinin yöneticisi olan Dünya Sağlık Örgütü, geçmişi medikal sahtekarlıklar ve yanlış alarmlarla dolu bir kurum.

Bununla birlikte örgütün şu anki başkanı, sicilinde terör örgütü üyeliğinden ve Afrikalı diktatörleri onurlandırmak için salgın karartmaya kadar uzanmakta.

Tüm bunları bir araya getirdiğimizde, pandemi ile ilgili dile getirilen tahminler hakkında şüpheci olmamız boşa değildi. Ama ana akım medya ve buna eklenen sosyal medya baskısı, mevcut kilitlemeye eleştiri getiren herkesi “hayatları tehlikeye atmak” ile suçlamakta.


Çoğu insan bilimin, hiç tartışmasız bir şekilde sokağa çıkma yasağını da kapsayan ağır tedbirleri desteklediğini düşünmekte. Bu sebeple, paniğin bu boyutuna yönelik her hangi bir eleştirel tutum veya görüşü “bilimden şüphe etmek” olarak tanımlamakta. Şüphesiz bu durum, bilim üzerinde tahakküm kurmuş uluslararası medya oligarşisinin başarısı.


Ancak bilime karşı gerçek şüphe, hatta “bilim karşıtlığı” olarak adlandırılabilecek esas duruş, irrasyonel ve yetersiz kaynakla tüm insanlığa büyük bir bedel ödeten korkuyu hiç eleştirisiz teşvik etmekti.


Şimdi geri dönelim. Bilimsel araştırmalardan başlayarak ortaya koyacağımız tablo, süreç içinde kafamızı karıştıran tüm detaylara da bir cevap verecektir diye umuyorum.

Bilimsel konularda manipülasyon ancak bilimin yerine başka şeyleri ikame ederek yapılır. Oysa bu ikamelerin hiçbiri, bilime alternetif değildir ve olamaz. Yegane rehber, salih bir amelle yapılan deney, gözlem ve araştırmadır.


Karşı karşıya kaldığımız hastalıkla ilgili yapılan araştırmalara baktığımızda da, en çok referans verilen olayın Diamond Princess olayı olduğunu görmekteyiz.

Diamond Princess gemisi, yolculardan birinde tespit edilen Corona virüsü sebebiyle Japonya’da 3.711 yolcusuyla karantinaya alındı. Bu talihsiz durum, ideal ve gerçek sonuçlara ulaşabileceğimiz, çevresel etkenlerden izole edilmiş doğal bir laboratuvar ortaya çıkardı.


7 Mart tarihli verilere göre gemide bulunan 3.711 kişiden 712’sine Covid19 teşhisi kondu, 7 kişi yaşamını yitirdi.

Bu sayılara göre, kapalı bir sistemde vaka ölüm oranı %1.0’dı. Bu oran tek başına DSÖ’nün duyurduğu 3.4 oranının çok altındaydı. Ancak Diamond Princess gemisi yolcuları büyük ölçüde yaşlı bir popülasyondu.


Dolayısıyla burada çıkan oranların, ülkelerin genel yaş yapısına yansıtılması gerekiyordu. Bu yansıtmayı da Stanford Üniversitesi’nden Epidemiyolog Profesör John Ioannidis yaptı.


Ioannidis’in yaptığı bu çalışmaya göre Diamond Princess gemisindeki oranlar ABD’nin yaş yapısına yansıtıldığında enfekte olan insanlar arasındaki ölüm oranı %0.125 çıktı.

Bu şok edici bir orandı, çünkü mevsimsel gribin ölümle sonuçlanan vaka oranı olan %0.1’in biraz üzerindeydi. Ve geçen zamana rağmen araştırmayı çürüten olmadı.


Profesör John Ioannidis, Stanford Üniversitesi’nin sitesinde bulunan biyografisine göre aylık 4300’den fazla alıntılama ile Tıp dünyasının en çok referans verilen 10 araştırmacısından biri.

Ioannidis’ın bu çalışması, akademik başarısından ötürü “iyimser tahminler” etiketiyle Wall Street Journal’da dahi yayınlandı.

...

...

...

Yazının Devamı medium.com'da

5.294 görüntüleme
bottom of page